23 Mart 2012 Cuma

BİR GUGUKLU SAATİN AZİZLİĞİ 2

geçiriyordu. Evet şüphesiz ki buraya İstanbul’un bahtiyarları toplanmış en dertsiz ve endişesiz insanları bu zarif salonda birbirleriyle telâki (buluşma) etmişdi.
Ben tam muhâkememi bu raddeye getirmiştim. Birden başımın üzerinde bir harhara koptu ve garib bir mahluk bir biri üstüne altı kere: Guguk! Guguk!
Diye haykırdı. Bakdım: duvara kâr-i kadîm antika bir saat, bir guguklu saat asılmışdı.
Çâryekte bir üstündeki ufacık kapı açılıyor ve alel acayip bir kuş salona, salondakilere doğru uzanarak yerine göre, bir, beş, on, on iki defa:
- Guguk!
Diye bağırıyor, sonra yine odasına ve yuvasına çekiliyordu. Belki bunda şâyân-ı hayret hiçbir cihet yoktu. Fakat, nedense, bana bu (guguk !) lar, şu riya hülya âleminde pek manidâr göründü; Sanki onu bir feylesof azizlik olmak için asmıştı, her (guguk) bizi hakikate ircâ' için bir ihtâr ve her esassız sözümüzle, fiile uymayan kavlimizle bir istihzara idi. Hem, galiba ale’l-husus çay günleri bu (Guguk) lar o kadar yerinde çıkıyor, guguklu saat bizi o derece münasip bir yerde susduruyordu ki onun bir makineden ibaret olmayıp ayrıca bir ruha, bir zeka ve bir ilme de malik olduğuna gittiğince inanmağa başlıyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder